26 Kasım 2013 Salı

HAMD'İN ÇEŞİTLERİ




Hamd'in Çeşitleri


Tasavvuf ehline göre hamd, mahmud'un (övülmeye lâyık olan zatın)  kemâlini izhâr etmektir. Allâh’ü Teâlâ'nin kemâli, O'nun sıfatları, ef’âli ve eserleridir.
Şeyh Dâvûd Kayserî hazretleri[1] dedi ki: "Hamd, kavlî (sözle olur) fiilî (sadece iş ve hareketler ile olur) ve hâlî (yaşamak ile) olur.
Kavlî (sözle) hamd: Cenâb-ı Allah'ın, peygamberleri (a.s.)'ın dilleri üzerine, kendi nefsini övdüğü şeylerle kişinin, lisanı ile Allah'a hamdü senâ etmesidir
Fiilî hamd: Kişinin beden ile yapılan ibâdetleri yapmasıdır   ve kerim olan Allah'a yönelerek, kişinin Allah rızası için hayır işlemesidir.  Çünkü dil ile hamdetmek insanın üzerine vacip oldu-ğu gibi, her uzvu (organı) hasebiyle belki her insanın her uzvunun üzerine hamdetmek vâcibtir. Her durumda Allah'a şükretmek gibi.
 Efendimiz (s.a.v.) Hazretleri, اَلْحَمْدُ لِلَّهِ عَلَى كُلِّ حَال   "Her durumda Allah'a hamd olsun"[2] buyurdukları gibi. Bu da ancak, her uzvun yaratılmış olduğu gayede kullanılmasıyla mümkün olur. Meşrû bir şekilde Allah'a kullukta nefsin haz alması ve memnun olmasını istemek değil; Allah'ın emirlerine sarılmak ve boyun eğmek için yapılan işlerle hamd olunur.
Hâlî hamd: Kalb ve ruh'un derecesine göredir. Kişinin, ilim ve amelde kemâl sıfatına sahip olması ve ilâhî ahlâk ile ahlâklanması gibidir. Çünkü, insan, zatı ve nefsinde, mükemmelliği bir meleke hâline getirmesi için, peygamberlerin diliyle, “insanlar, Allah'ın ahlâkıyla ahlâklanmakla emrolunmuştur.” (1/10)
Hakikatte bu ise, zıddının olmaması cihetinde, "Zahir" isimle müsemmâ olan Hak Teâlâ'nın tafsil makamında kendisini övme-sidir. Amma Cenâb-ı Allah'ın, zâtı ilâhiyesini (bütün hamdleri içine toplayarak) cemi makamında kavlî olarak övmesi ise, kitablarında  (Tevrât, Zebur İncîl ve Kur'an'da) ve Suhuflarında zatını kemâl sıfatları ile tarif etmesidir. Fiilî övmesi ise, Cenâb-ı Allah'ın, Cemâl ve Celâlinin bütün kemâlatıyla ğayb'dan şehâdete, bâtından zâhire, ilimden kendisine, sıfatlarının güzelliğini ve isimlerinin velâyetini izhar etmesidir. Halî övmesi ise, Cenâb-ı Allah'ın ilk mukaddes feyzi ile zâtında tecellileri ve ezelî nûrunun zuhurudur. Cenâb-ı Allah, tafsilî (açıklamalı) ve cemi (topluca) olarak, hem  öven ve hem de övülendir.

لَقَدْ كُنْتُ دَهْرًا قَبْلَ اَنْ يَكْشِفَ الغِطَا اَخًا لَكَ اِنِّى ذَاَكِرٌ لَكَ شَاكِرٌ
فَلَمَّا اَضَاءَ الَّيْلُ اَصْبَحَتْ شَاهِدًا بـِاَنَّكَ مَذْكُورُ وَذِكْرٌ وَذاَكِرُ
    "Göz perdelerim açılmadan önce her zaman ben senin kardeşindim.
Gerçekten, seni zikrediyor ve sana teşekkür ediyordum.
     Ne zaman ki gece aydınlandı, sabah, senin, zikredilenin, zikrin ve zâkirin sen olduğuna şahidlik etti.     
Kavlî (sözlü olarak) hamd ile hamd eden herkes hamdettiğini (övdüğünü) ona mahsus kemâl sıfatları bilir ve tanır. Ona bu gerekir. Kayserînin sözü bitti.

Hamd


Hamd ve senâ şükre şâmildir. Bundan dolayı Cenâb-ı Allah, kitabına, لِلَّه  “Allah'a mahsustur” da, senâ ile nefsine hamdetti,
الْعَالَمِينَ رَبِّ Âlemlerin Rabbine cümlesinde, şükür ile hamddetti, الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ medh yâni överek, hamdetti.
  الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ(3) مَالِكِ يَوْمِ الدِّينِ (4 Allah, rahman ve rahimdir, cezâ gününün sahibidir, âyetlerinde ise, medh ile kendisine hamdetti.
Sonra kula bu üç şekilde Cenâb-ı Allah'ı hakikî olarak, ham-detmesi yoktur. Belki kul, taklid yoluyla ve mecâz olarak, Allah'a hamd eder.
Birincisi (hakîkî hamd), Cenâb-ı Allah'ı hakîkî manâda hamd ve senâ etmek, onun zat ve sıfatının künhünü anlamanın bir dalıdır. Cenâb-ı Allah'ın zât ve sıfatının mahiyetini anlama hakkında şöyle buyurdu: وَلاَ يُحِيطُونَ بـِهِ عِلْمًا  "Onlar, ilimce Onu (Allah'ın künhünü) ihâta edemezler."[3] وَمَا قَدَرُوا اللَّهَ حَقَّ قَدْرِهِ  "Onlar, Allah'ı gereği gibi tanıyamadılar."[4]
İkincisi (Taklid ve mecâz yoluyla hamd etme) ise, Efendimiz (s.a.v.) Hazretleri, Mi’râc gecesinde أَثْنِ عَلىَّ  "Beni senâ et," hitabıyla muhâtab oldu. Efendimiz (s.a.v.) Hazretleri şöyle dedi.
 لاَ أُحْصِي ثَنَاءً عَلَيْكَ "Ben seni (gereğince) senâ edebilecek güçte değilim," dedi. Efendimiz (s.a.v.) Hazretleri, kulluğu izhâr edip, Allah'ın emrine uymanın elbette gerekli olduğunu bildi ve şöyle devam et:  أَنْتَ كَمَا أَثْنَيْتَ عَلَى نَفْسِكَ "Sen kendi zatını nasıl senâ ettiysen ben de öylece senâ ediyorum,"[5] dedi.
Bu, taklid yoluyla Allah'a hamd-ü senâ etmektir. Ve biz taklid yoluyla Allah'a hamdetmekle emrolunduk. Allahü Teâlâ bize kendisine hamdetmemizi şöyle emretmektedir:
 وَقُلِ الْحَمْدُ لِلَّهِ "Ve Elhamdü lillah, de” [6] Başka bir âyeti kerime’de:
  فَاتَّقُوا اللَّهَ مَا اسْتَطَعْتُمْ "Onun için gücünüz yettiği kadar Allah’a korunun. 64/14" [7]  Te'vilâtı Necmiyye'de de bu böyledir.
Sadî şöyle buyurdu.
     “Vücûdumuzdaki her kıl O nun vergisi ve lütfudur. Nice seneler şükretsem, bir kılın şükrünü edâdan âcizim”


[1] Şeyh Dâvûd Kayserî Hazretleri. Doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Fakat 1258 (H. 656) veya 1261 (H. 659) tarihlerinde Kayseri’de doğduğu tahmin edilmektedir. Medrese tahsili gördü. İznik’i fetheden Osmanlı Sultanı Orhan Gâzi ilk olarak yaptırdığı  Orhaniyye Medresesine Davudu Kayseriyi müderris olarak tayin etti. Davudu Kayseri hazretleri, Osmanlının ilk resmi eğitimcisidir. İlmiyye heyetinin başıdır. Atomların enerji yüklü olduğunu ilk defa söyleyen Davudu Kayseri hazretleridir. Tasavvuf erbâbı ve bir gönül eri olan Dâvûd-u Kayseri hazretleri, 1350 yılında İznikte vefat etti. 
[2] Ebû Dâvûd, Edeb, 91; ibni Mâce, Zekat, 34,
[3] Taha: 20/110
[4] El-En'âm: 6/91
[5] Sahîh-i Müslim, salat: 222, ibni Mace, ikâme: 117,
[6] El- İsrâ.17/ 111
[7] Et-Teğâbun: 64/16
Ruhul Beyan c. 1,



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder