18 Kasım 2013 Pazartesi

SUDAN GELEN SAĞLIK: KAPLICA


SUDAN GELEN SAĞLIK: KAPLICA


İçildiğinde insanın fizyolojik ihtiyacını gideren, sesi ile ruha iyi gelen ve dinlendiren, tedavi maksatlı kullanıldığında ihtiva ettiği mineraller sayesinde insanların şifa bulmalarına vesile olan çok fonksiyonlu bir yapıya sahiptir su.

Anasır-ı erbaanın (4 element) unsurlarından biri olan su, ilkçağlardan, ilk peygamberlerden günümüze kadar bütün mevcutların aslı olarak bilinmiştir. Kuran-ı Kerimde Enbiya sûresinde ” Hayat sahibi her şeyi sudan yarattık. ” buyrulmuştur. İslamiyet’te su, hayatın özü kabul edilmiş, bunda ölümsüzlük suyu ab-ı hayattan, cennetin içinde akan ab-ı kevsere kadar, birçok husus tesirli olmuştur.
Tıbbın daha gelişmediği dönemlerde su, yara ve ağrıların tedavisinde kullanılan bir ilaçtı. İbn-i Sina kaplıcalar ve şifalı sular üzerine yaptığı araştırmalarda bir suda bakır, demir ve tuz bir arada bulunduğunda bu suyun eklem ağrılarına, bakırlı suların, ağız, göz ve kulak hastalıklarına, demirli suların ise dalak ve mide hastalıklarına iyi geldiğini yazmıştır. Tuzlu maden sularının ise baş ve göğüs hastalıklarına, kükürtlü suların sinirleri kuvvetlendirdiğine ayrıca ciltteki yara ve çıbanlara faydalı olduğuna dair İbn-i Sina’nın tespitleri, günümüz araştırmaları ışığında bakıldığında dikkat çekicidir.
Tıp otoriterleri, kaplıca suyunun, tedavi edici özelliğinin yanı sıra, bağışıklık sistemini kuvvetlendirici, hastalıklar gerçekleşmeden önce önleyici ve suyla yapılan uygulamalarla kişiyi rahatlatıcı, zindeleştirici etkilerinin olduğunu tespit etmişlerdir. Yine kaplıca suları üzerinde yapılan araştırmalarda, bu suların yalnızca hastalıkların tedavisinde değil, aynı zamanda sağlığın korunmasında da fizyolojik bir rolü olduğu keşfedilmiştir.
Su, medeniyetin ve şehirleşmenin temelidir. Özellikle ecdadımız gittiği beldelerde çeşme, sebil, kuyu, bent, sarnıç gibi yapılar kurarak insanların hizmetine sunmayı önemsemişlerdir. Anadolu’nun tektonik ve jeolojik yapısından kaynaklanan bir su cenneti olması, kaplıcaların ülkemizde tarihe şahitlik eden merkezler olmalarına vesile olmuştur. Ancak bir süre sonra önceki dönemlerdeki bu su medeniyeti ve şifa özelliği unutulmuş, kaplıcalar ve şifa yollarının yeri turizm faaliyeti içerisinde kaybolmuştur. Kaplıca sularının gerçek yeri belki de tarihte gizlidir.

Ecdat suyun tarihini böyle yazmış

Anadolu’ya gelen ecdat, beraberinde getirdiği “su kültürünü” bir zaman sonra “su medeniyetine” dönüştürmüştür. Temizlik imandandır, düsturunu kabul etmiş bir topluluğun oluşturduğu su medeniyeti yüzyıllar boyu devam etmiştir.
M. de Thevenot, 1665 yılında Paris’te yayınladığı “Relation d’un voyage fait an Levant” isimli eserinde, Müslümanların su ile bütünleşmeleri sebebiyle hastalanmadıklarını söyler: “Türkler az hasta olurlar. Öyle zannediyorum ki, Türklerin bu mükemmel sıhhatlerinin başlıca sebeplerinden biri de sık sık hamama gitmeleri ve yiyip içmedeki itidalleridir.”
Selçukluların suya gösterdiği ehemmiyeti Osmanlı yüzyıllar boyu devam ettirmiş, her sokakta bir çeşme ve binlerce hamamla insanlığa hizmet vermiştir. Osmanlı dönemindeki sudan gelen sağlık dünyada Türk hamamı ismiyle nam salmış ve sadece İstanbul’da 4536 adet hamam inşa edilmiştir. Waldman’ın Balneoloji adlı eserinde oluşturulan bu “su medeniyetinden” övgüyle söz edilmiştir: “Bütün dünyada 17.yy sonlarına doğru gelindiğinde suyun şifa veren tesiri hakkındaki düşünceler unutulmuştu. Bu esnada Türkler ise yıkanma kültürünün, temizliğin yegâne sahibiydiler. “
Ancak bu medeniyetin kıymetini yeterince idrak edemeyen yeni kuşaklar, sudan gelen şifa mirasını geleceğe taşıyamamışlardır. Dünya’nın övgüyle bahsettiği temizlik medeniyeti yabancıların dikkatini celp etmiş ve sistemi kopyalayan Avrupalılar, geliştirdikleri yeni metotlarla olayı çok farklı noktalara taşımışlardı.

Su medeniyetinin kopyalanması

İnsanları yalnızca madde olarak ele alan, sanayi alanında dünyada söz sahibi olan ülkeler, bir müddet sonra sanayileşmenin getirdiği sağlık problemleri ile karşılaştılar. İnsanlardan istenilen verimlilik azaldığında, şifa yolları araştırılmaya başlandı. Sanayileşmeyle beraber insanların maruz kaldıkları çevre ve hava kirliliği, beslenme problemiyle birleşince, depresyondan müzmin yorgunluğa kadar, birçok hastalık insanları güçsüz düşürmüştü. Sahada yapılan çalışmalarla iş verimliliğini korumanın ve sağlığa kavuşmanın yollarından birinin de su olduğu tespit edilmiş, neticesinde bu alana yatırımlar hızlandırılmıştır.
Avrupa’daki şifalı sulara yapılan yatırımlar incelendiğinde gelinen nokta ve ortaya çıkan manzara her şeyi özetliyor aslında. Birkaç asır öncesine kadar dünyanın imrendiği su kültürüne sahip olan Anadolu’dan dersler çıkaran Avrupalılar, kaplıca sularından yararlanma yollarını aramışlardır.
Çek Cumhuriyeti ve Slovakya’da son yıllarda gelişmiş kaplıca tedavi merkezleri kurulmuştur. İki ülkede tedavi edici 60 termal sağlık merkezi bulunmaktadır ve senede 500.000′e yakın hastaya tedavi hizmeti verilmektedir. Ayrıca, Fransa’da 104, İspanya’da 128 adet ve İtalya’da ise 360 civarında termal tesis bulunmaktadır. Rusya’ya yılda 8 milyon turistin geldiği belirtilmektedir. Japonya’da 1500 adet kaplıcada bir milyon geceleme kapasiteli termal turizm yapılmaktadır. Beppu’da 1000 litre/saniye jeotermal su termal turizm amaçlı kullanılmaktadır. Amerika Birleşik Devletleri’ndeki Arkansas eyaletinde ise 55.000 kişinin yararlanacağı termal tesisleri yapılmıştır.
Avrupa’da termal turizmden en fazla payı alan ülke ise Almanya’dır. Ülke hem arz hem de talep açısından kıtanın en büyük termal turizm potansiyeline sahiptir. 263 adet resmi belgeli termal merkez bulunan ülkede, bir yıl içerisinde bu tesisleri 10 milyon turist ziyaret etmektedir. Hâlbuki Almanya’daki termal alanlar, Türkiye’deki termal merkezlere göre oldukça dezavantajlıdır. Örneğin; deniz kıyısında sadece bir tesisi bulunan Almanya’da, jeotermal kaynak suları, derin sondalama çalışmaları sonunda, büyük masraflarla çıkarılmakta ve ancak Almanya şartlarında insan sağlığına uygun iklim koşulları maksimum 120 gün kullanıma izin vermektedir. Zaten ülkede, sulardaki erimiş mineraller, kükürt ve radyoaktif içerikler sınırlı özelliklere sahiptir.

Geleneksel hamamlar ve termal tesisler

Anadolu kültüründe şifalı sular; kaplıca, acıpınar, hamamlı kızık, ılıkça, termal, terme, tuzluca gibi 25 farklı isimle anılmıştır. Kaplıca sözcüğü, ılıcanın üstüne bir hamam yapılmasıyla “kaplı ılıca” şeklinde ortaya çıkmıştır.
Termaller ise; mineralli sular ile çamurların, uzman hekim denetiminde; fizik tedavi, rehabilitasyon, egzersiz, psikoterapi, diyet gibi destek tedavilerle paralel kür uygulamaları için yapılan turizm türü olarak tanımlanmaktadır. Term, Latince sıcak anlamına gelen Thermos kelimesinden gelmektedir. Romalılar halk banyolarına term adını vermekteydiler. Doğal sıcak sular için termal (thermal), sıcak suların özelliğini belirtmek için de termik (thermique), doğal sıcak su kaynaklarının incelenmesi ve sağlık amacıyla yararlanılması için düzenlenmesine ise, termalizm (thermalizme) denmektedir.

Kaplıcalar neden rağbet görmüyor?

Türkiye, genç tektonik hareketlerin etkisiyle derin kırıklar ve volkanik alanların geniş yer tutması gibi sebeplere bağlı olarak, termal sular bakımından oldukça zengindir. Jeotermal kaynakların tamamına yakını doğal çıkışlı ve debisi çok yüksek sulardan meydana gelmektedir. Suda çözülen mineral miktarı, yüksek kükürt, radon ve tuz açısından çok zengin muhtevaya sahip kaplıcalarda, dört mevsim içinde, 210 güne kadar faydalanılabilmektedir.
Kaynak zenginliği açısından dünyada 7′inci Avrupa’da 1′inci sırada bulunan Türkiye’de termal sular debi ve sıcaklıkları, hem de çeşitli fizikî ve kimyeviözellikleri ile Avrupa’daki sulardan üstün vasıflar taşımaktadır.
Türkiye’de son belirlemelere göre 529 adet mineral kaynak bulunuyor. Bunlardan 241 adedi maden suları, 247 adedi 60°C’ye kadar, 41 adedi de 60°C – 100°C arasında bulunan kaynaklardır. Türkiye’de mevcut termal su kaynaklarının ve kuyuların bir günlük üretim miktarı, bir milyon kişinin termal banyo yapabileceği kapasitededir. Jeotermal kaynak zenginliği ve potansiyeli açısından bu kaynakların yüksek ısı derecesinde olanları bilhassa Batı Anadolu’da, doğu-batı doğrultusunda bulunan grabenler içerisinde sıralanmıştır.
Selçukludan Osmanlılara kadar birçok kültürde insanların her alanda istifade ettikleri şifalı sular, günümüz insanları tarafından yeterince bilinmiyor. Türkiye’de kaplıcaların rağbet görmemesinin başlıca sebebi Afyon Üniversitesi Turizm Fakültesi Dekanı Şuayip Özdemir’e göre maddi imkânsızlıklar.
Özdemir’in anlattığına göre, insanlar maddi yetersizlikten dolayı kaplıcaları yeterince tercih etmiyorlar. Ayrıca tesislerde yetersizlikler var. Bunun önünü açmak için bazı bölgelerde termallere destek verilmiş. İşin içine özel sektörün girmesiyle sektöre hareketlilik gelmiş. Yurt dışında sağlık fuarları ve uluslararası anlaşmalar mevcut düzeni daha da ileriye taşımaya yönelik hareketler olma yolunda.
Türkiye’de 2010 yılına göre işletme belgesi olan 100′e yakın termal tesis bulunuyor. 3 tane de kaplıca sularını tedavi amaçlı kullanan Fizik Tedavi Hastanesi mevcut. Ancak bu alandaki eksiklik gözle görülür nispette fazla. Yetersizlik, tesislerin sayısından ve kalitesinden kaynaklanıyor. Afyon’da 9 adet beş yıldızlı termal otel mevcut. Ancak Afyon’un yanı başında kaplıcalarıyla meşhur bir diğer ilimiz Kütahya yatırım bekliyor.
Özel sektör kaplıcalar konusunda çok istekli olabilir; ancak iki noktaya dikkat edilmesi gerekiyor. Birincisi, özel sektörün pahalı yatırım olan kaplıca suyu ile tedavilerini güçlendiren Fizik Tedavi Hastanelerine yatırım yapmaması ve termal turizmin sağlık yönünü ihmal etmesi. Diğeri ise Spa adı altında aslında sağlıkta olmayan uzak doğu uygulamalarının pazarlanarak, insanların yanlış yönlendirilmesi.

Şifaya mı odaklanmalı tesise mi?

Hemen hemen bütün kaplıcalar ortak olarak kireçlenme, romatizma, varis ve cilt hastalıklarına iyi geliyor. Ancak iltihaplı romatizma olduğunda İbn-i Sinan’ın dediği gibi demir ve tuzun bir arada olduğu kaplıcalar tercih edilmesi gerekiyor. Bu kaplıcalar da Ege’de yoğun olarak bulunuyor. Eklem kireçlenmeleri için daha özel olarak suyunda radyoaktifli mineral barındıran kaplıcalar tercih edilebilir. Türkiye’deki bütün kaplıcalar yüksek şekeri düşürme ve düşük şekeri normale çıkarma noktasında faydalı. Ayrıca bel ve boyun ağrıları, oluşan fıtıklar için yine kaplıcalar tavsiye ediliyor.
Eklem ve kas problemleri bir arada bulunan hastalıklarda çamur ve su tedavisinin bir arada uygulanması iyileşmeyi hızlandırıyor. Çamur ve diğer kürler söz konusu olduğunda çok fonksiyonlu termaller ve içlerinde bulunan Spa’lar karşımıza çıkıyor. Spa kavramında tedavi, sağlık amaçlı kullanımdan çok güzellik, kozmetik ve estetik amaçlı kullanım ön plana çıkmıştır.
Spa, İngilizce’de kaplıca’nın karşılığı olan kelimedir. Sıcak veya soğuk mineralli suların sağlık amaçlı kullanıldığı yerler “spa” ya da “health resort” kavramları ile ifade edilmektedir. Latince “Salus Per Aquam” teriminin baş harflerinden meydana gelen spa, “Sudan gelen sağlık” anlamında Roma dönemine dayanmaktadır.
Kütahya Il Sağlık Merkezi’nden görüştüğümüz termal tesisleri denetleyen Çevre ve Çalışan Sağlığı şube müdürü Yusuf Taner spa ve kaplıcalar konusunda önemli bilgiler verdi. Anlatılanlardan aslında “spa” adı altında yapılan faaliyetlerin çoğunun sağlıkla bağlantısının olmadığını öğreniyoruz. Hatta “Spaların birçok mahsuru var.” diye söze başlıyor, Yusuf Taner.
Mahsurları bize anlatıyor: “Öncelikli olarak kadınlara masaj yaptırılması meselesi var. Etrafa iki güzel koku sıkılıyor, tütsü yakılıyor bunun sağlığa çok da tesiri olmuyor. “Spa” aslında kaplıca demek ama yaptıkları pazarlamalarla insanlara bunu farklı bir şeymiş gibi lanse ediyorlar.”

Tesislerin sağlık hileleri

Hemen her sektörde olduğu gibi kaplıca sektöründe de insanlar kandırılabiliyor. Yetkililer yaptıkları denetimlerde ve kendilerine ulaşan şikayetlerin incelenmesi neticesinde, kaplıca suyu yeterli özellikleri taşımadığı için Sağlık Bakanlığından ruhsat alamayan bazı otellerin ilanlarında vatandaşı yanıltıcı bilgiler verebildiklerini tespit edilmişler.
Bir otelin Internet ilanında kaplıca suyumuz var diye ilan verdiği, ilana inanarak tesisten yararlanmaya başlayan insanların musluğu açtığında bir müddet suyun soğuk aktığı, daha sonra suyun ısındığını fark etmesi üzerine yetkili kuruma şikayet etmiş. Yapılan denetim neticesi tesisin kaplıca suyunun olmadığı, şebeke suyunun kalorifer sisteminde ısıtılması sonucu suyun ısıtıldığı tespit edilmiş. Yetkililer bu ve benzeri halkı yanıltan işletmelere karşı insanları uyarıyorlar. ilanda “Kaplıca suyumuz mevcuttur.” denilse de belgelendirmeye dikkat etmek gerekiyor.
Spa merkezlerinin çoğunda çamur banyosu veya çamur maskeleri yapılıyor. Ancak çoğu insan kullanılan çamurun mahiyetini bilmiyor. Buralarda kullanılan çamur normal bir çamur değil. Olması gereken çamur peloid çamuru. işletmelerin % 40′ında peloid adı altında normal çamur kullanıyor. Peloid çamur kaynakları yaygın olarak şuralarda bulunuyor: Afyon-Sandıklı, İstanbul-Tuzla, Aydın-Germencik, Balıkesir-Susurluk-Kepekler ve Gökçedere, Çanakkale-Kestanbolu, Denizli-Gölemez, İzmir-Dikili ve Seferihisar-Karakoç, Kütahya-Gediz, Yoncalı ve Simav-Naşa. Peloid banyoları 36-40°C’de uygulanıyor, uygulama sonrası 37-38 C’lik su ile vücut çamurdan temizleniyor ve hasta kurulanıyor. Yarım veya bir saat süre ile dinlendirilen hasta, masaj, egzersiz ,yürüyüş programına alınıyor. Burada asıl olarak dikkat edilecek husus kullanılan çamurdur.

Kaplıca suyunun analizi nasıl yapılıyor?

Normal bir tesisin açılabilmesi için çok aşamalı bir süreçten geçiyor. Tıbbi Değerlendirme Kurulunun kaplıca için olumlu rapor vermesinin ardından istenilen belgeler; EK-2 ve EK-5 raporları var. Bunlardan kaynak suyunun radyoaktivite analizleri ile tedavi unsurunun tıbbi değerlendirme kurulunun hazırladığı EK-5 raporu önemli. işletmeci Mustafa Başaran, tatil seçenekleri değerlendirirken tesislerin internet sitelerinden, çıkarılan suyun tıbbi değerlendirme kurulu raporu olan EK-5′te ihtiva ettiği minerallerin incelenmesi gerektiğini hatırlatıyor. Bu raporda kaplıcanın sahip olduğu mineralli suyun hangi hastalığa iyi geldiği yer alıyor.
Suyun analiz raporlarının incelenmesi; yapılan yanlış pazarlama stratejilerinin önlenebilmesi ve insanların yanlış yönlendirilmesinin engellenebilmesi adına dikkat edilecek önemli bir nokta. Kaplıcadaki müşteriler değerlendirme raporunu incelemek istedikleri takdirde kaplıca yönetiminin bu belgeyi gösterme zorunluluğu bulunuyor.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder